Pages

"Hayat Yolu"

"Hayat Yolu"

Bu şehirde zamanla hızla akıyor, insan seli hızla akıyor ama bir tek trafik akmıyordu. Bu şehri tanımla deseler sadece "kalabalık" yeterdi benim için. Kalabalık demek karmaşıklık demekti. Karmaşıklık çelişkilerden, çelişkiler ilişkilerden doğuyordu. O yüzden kalabalık yerler bir türlü keşmekeşlikten kurtulamıyordu. Nedenini bir türlü herhangi bir şeyle ilişkilendiremediğimiz bir çok sebepsiz sorunlarımız vardı.Kafalarımızın içi de hele bu şehirde iyice kalabalık
laşıyordu. Ah şu bir trafik aksa, ruhumu yaka paça tutan kalabalıktan bir kurtulabilsem, kendimi Hayat Yolu'na atabilsem, biliyordum orada "can" bulacaktım.

Trafikten kurtulmuş, güneşin yüzümü okşayan şefkatiyle, pencerelerden içeriye süzülen esintinin huzuruyla tepeleri ağır ağır aşıyor, yüklerimden bir bir kurtuluyordum.Ezberlemiştim Hayat Yolu'nu. Şu tepeyi de aştım mı tamamdı.

Levhayı görmemle gözlerimin parıltısının güneş ışınlarıyla çarpışması aynı eş zamana denk geldi gelmesine de benim parıltım fazla sürmedi. Kalabalıktan kaçmıştım kaçmasına da benim gibi şehir kalabalığından kaçmış şehirde kine nazaran çok az da olsa bir kalabalık fark ettim. Olsun dedim kendi kendime, demek ki Hayat Yolu'nda yürümesi gereken benim gibi insanlarda var.

Arabadan indim ve kendimi güzelliğin kollarına bıraktım.Ağır ağır yürüyordum güneşin sık sık ağaçların arasından bir gülümseyip bir kaybolduğu yolda. Gölgem bir önüme düşüyor, bir arkama bir yanıma. Yürüdüğüm yolda yer yer tümsekler, yer yer çukurlar var. Bazen güneş bir kayboluyor zannediyorsunuz ki aydınlığı bir daha hiç görmeyeceksiniz. Ağaçlar bazen o kadar sıklaşıyor ki geçmek için eğilmeniz, büzülmeniz gerek. Değer diyorum kendime. Bunların hepsine değer. O yüzden zaten buranın adına hayat yolu demiyor muyum. Diğer insanların ne dediğini gerçek adını çokta önemsemiyorum. Buradan geçerken hayatı çok hızlı yaşadığım hissine kavuşuyorum ve sonunda gelen cennet.

Bak orada işte. Hani hiç bir daha görmeyecek hissine kapıldığımız güneş az ileride gölün üzerinden yeniden selam veriyor bana. Kuş sesleri eşlik ediyor ayak seslerime. Ağaçlık yolun bitiminde gözlerimi kapıyor ve nefes alıyorum,alıyorum ve bir daha alıyorum.Kollarımı açıyor ve yaşamı kucaklıyorum, hiç bırakmak istemezcesine, doyasıya sarılıyorum huzura.

Kendime bu yaşamın içinde bir yer bulabilmek için avcı misali gözlerimi dikip etrafı kolaçan ediyorum. Kendimi bir ağacın gölgesine yaslayacağım, gözlerimi suyun dizlerine yatıracağım, demli bir çayın içinde eriyip gideceğim bir yer.

............................

Semaver kaynamaya koyulsun, ben ateşimi suyun bağrında söndüreyim. Yerimden kalkıyor sahil boyunca yürümeye karar veriyorum. Her adımda şehirden getirdiğim ağır taşları suyun üzerinde sektireceğim. Bir bir bırakacağım yüklerimi.

Daha bir kaç adım atmıştım ki; Can buldum. Kimsenin bilmediği keşfetmediği bir dünya. Bunca insan bakıp ta nasıl görmüş olamaz. Ben keşfetmiş olamam diye geçiriyorum içimden.

Bulutlu gözlerinin arkasında gizlenmiş kocaman bir güneş. Sıcak bir yürek, rüzgarlı bil dil. Ne istediğini bilen, nereye gittiğini bilmeyen bir yürek. Kaybolmuş gitmiş ufuk çizgisinde.İki mavinin birleştiği noktada.Göle mi bakıyor, yoksa göğe mi ? Yoksa boğuluyor mu gölün içinde dalgın bakışları ? Yada aradığını bulmuş göğe mi yükseliyor. Kestiremiyorum.

Usulca sokuluyorum yanına."Can" desem canını alır mıyım korkuyorum. Seslensem ruhuna dokunur muyum ? Hani şu aceleci, sabırsız can. Hani her şeyi planlayan, kovalayan, yorulan, üzülen, ağlayan, sevinen gülen can. Hani bir anda yağıp gürleyen sonrasında bahar açan can. Anne kadar şefkatli, baba kadar sert olan can. Hani dünya da niçin var olduğunu kavramamış yavru kadar korumaya muhtaç can. Hani şu yüreğinin nereye götürdüğünden habersiz oradan oraya sürüklenen can.İşte burada buldum onu. Nerede kaybolmuştu acaba ? Mantığının çizdiği planda mı, yüreğinin buna baş kaldırdığı isyan da mı ?

Düşünce kalabalığının içinde kala kalmış ne yapacağını bilmez halden o kurtarıyor beni. O ince, naif, yüreğin rikkatine dokunan, şaşkın bir ses tonuyla " Can" diyor. İki cihan bir araya gelmiyor belki ama iki "Can" bir birini buluyor.

İki çay söylüyor, zamanı eritiyoruz hemen. Kolay mı? Yıllar sonra iki dost birbirini bulmuş. Semaver kaynıyor, gözlerden buhar çıkıyor. O anlatıyor da anlatıyor. Göl dalgalanıyor. O susuyor, gelip omzundan rüzgar okşuyor. Ben öylece dinliyorum.

Bir ara aniden başını kaldırıyor ve " Beni neden kimse anlamıyor " diyor. Benim de onu anlamadığımı düşünerek belki. Susuyorum.Sessizce yerimden kalkıp , kollarından tutup , suyun yanına götürüyorum. Bak can diyorum, suya bak.Su/sadığına değil suya bak.Suya aynaya bakar gibi bakma. Aynada kendine hep başkalarının gözleriyle bakıp onlar ne görüyorlar diyerek baktığın gibi bakma.Sen ilk defa kendine bak. Kimin seni nasıl gördüğünden uzak, nasıl görünmek istediğinden uzak.

Uzun uzun bakıyor. Suyun üzerinde iki can, toprağın üzerinde iki can.Anlıyor ki biri fazla.Can bölünmüş, canan yarım. Biri gitmeli, biri diğerine yol almalı. Biri kaybolduğu yerde kendini bulmalı, biri kendini bulduğu yerde kaybolmalı. Biri gülerken biri ağlamamalı. Biri dinlerken diğeri konuşmamalı. Çelişkilerden kurtulmalı bir olmalı.

Suya doğru adım atıyor. Korkuyor herkes gibi kendine yol almaktan. Oda biliyor artık can olmak, can vermekten geçer. Fuzulinin dizelerini mırıldanıyor ilk adımda "Canımı, cânân eğer isterse minnet cânıma Can nedir kim, ânı kurban etmeyem cânânıma."

Sonra bana dönüp fısıldıyor. "ölürsem ağla olur mu ?"

Hayat Yolu'nda ağlıyorum. Feda edilmiş can'lara. Feda ne bilmeyen can'lara. Kaybulmuş can'lara, O'nu bulan can'lara. Cânân içinde eriyip giden can'lara. Canan'a can olmuş can'lara.

Ve dönüyorum kalabalıkların arasına...

Sahip/Siz/Satırlar... (S/S/S)

0 yorum:

Yorum Gönder