Pages

Dostluk


Dostluk
 

Beni bir tek sen anlarsın...


 Yorgun argın gelirim kapına ellerim kirli, utangaç bakışlarım. Sakin karşılarsın telaşımı benim. En tatlı misafir perverliğinle. Bir tek sen kucak açarsın dikenli, ucu keskin anılarıma. Dinlemekten öte dinlersin beni. Daha anlatmadan anlamışsındır derdimi. Bu sebepten susmak daha ağır basar yanındayken. Anlatmak anlamsız kalır. Hiç kendimi ifade etme çabasına girmedim seninleyken ben. Öylesine bir güven vermişsin ki dostum bana, daha hiç kanıtlamak istemedim sana kendimi. Çünkü hep bildim. Hiçbir şey de olsam nihayetinde; sen umudunu kesmezsin benden yine. Sırf senin umudun kırılmasın diye, belki de bana inanan seni utandırmamak için duruyorum parmak uçlarımın üzerinde. Özene bezene yaşıyorum hayatı tıpkı söz verdiğim gibi kıymet bilerek. Martıları dinleyerek yol alıyorum sahil kenarında ve güneşin batışına asla kayıtsız kalmıyorum. En çok da omzuna yaslanabilmeyi özledim bu ara. Dağ gibiydin ben sana her dayandığımda.



Beni yıpratmasına çoğu zaman izin verdim bu hayatın. Hep savunmasız çıktım savaş meydanlarına. Yürekliliğimden bir şey kaybetmedim ama zamanımdan yedim. Kendim olmaktan uzak düştüm kimi zaman. En çok benliğimle ilgili kumarları kaybettim. Haklıymışsın sen. ‘En zoru kendini bilmektir hayatta. Bırak kendinle mücadelen büyütsün seni’ derken. Hatalar yaptım, uzaklaştım gökyüzümden, bazen bileklerime kadar çamura battım. Ellerim kirlendi belki ama kalbimi temiz tuttum. Kirli çıkarlarım olmadı. Öğrettiğin güzellikleri hep tekrar ettim. Affedilmekten umudumu hiç kesmedim.


İğreti durulmuyormuş uçurum kenarında. Bir taraf mutlaka çekiyormuş kendine. Yine haklıydın; seçimlerine yüklenme, bırak bir kısmı da deneyim olsun derken. Kucak dolusu idealler yüklendim. Ağır geldi taşırken birçoğundan vazgeçtim. Tükenmedi hiç sert rüzgarlarım, düşmelerim, kalkmalarım. Savrula savrula da olsa, yolun sonunu kestiremesem de, yola devam etmekten asla vazgeçmedim.

          


Sen neler yaptın. Ben bazen gezdim. Keşiflere çıktım yollar katettim. Bilmediğim yerlere gittim. Esnaf lokantalarından, baharat kokan çarşılardan, balıkçılardan, sana selam getirdim. Çocukları izledim, saksılı pencerelerden sarkan çiçekleri kokladım. İzmir’in mavisini koydum heybeme, İstanbul'dan martıları topladım. Kız kulesiyle dertleştik biraz. O da özlüyormuş seni. Kızılay’a indim Ankara’da; plakçıları gezdim ve sarı sayfalı ikinci el kitapları kokladım. Dibek kahvesini yudumladım kemer altında. ‘Kahveyi küle koydum taşmadan gel’ deyişini anımsadım gülümseyerek. Bana anın güzelliğini ve teklifsiz sevgini aşıladığın günden beri dostum, merhameti, anlayışı hatalarında bizim için olduğunu ve affedebilmenin en güzel erdem olduğunu öğrettiğin günden beri ben; hangi köşeyi döndüysem, hangi şehri gezdiysem, hangi bebeği öpüp sevdiysem, kimle iki lafın belini kırdıysam senden izler bıraktım. Seni anlattım.

          


Peki sen neler yaşadın., biraz anlat; kimleri sevdin, kimlerce sevildin? Kimleri dost bildin? Sonbaharı seyrediyor musun hala? En çok sevdiğin mevsim değişti mi? Yürüyüşe çıktığın yollara sabah mahmurluğun siniyor mu yine? Seviyor musun erken kalkmayı ve dinlemeyi rüzgârın sesini. Hala gülüyordur gözlerinin içi eminim. Uzun zaman oldu değil mi görüşmeyeli. Ayrı şehirler, ayrı uğraşlar… Ne, çok sevindiğin ne de çok üzüldüğün anlarda hiç yanında olamasam da, elim kolum bir türlü sana kavuşmasa da ben arkadaşlığımızdan umudumu hiç kesmedim.
    


Tıpkı söylediğin gibi evet; vefa dostluğun en güzel kanıtıymış. Yıllar sonra telefonda sesin bu kadar içten ve hala aynı derecede samimi, sıcak. Demek ki yitirmemişiz geçen zamana rağmen güzellikleri. Sırlarımın, dertlerimin, hayattan edindiğim kırgınlıklarımın, gözümde bir bir küçülmesini sağlıyor içime serptiğin küçük mutluluklar. Bir anlamı kalmıyor teferruatın, bak yine payımıza gülümsemek düşüyor…

0 yorum:

Yorum Gönder